Playlist

21 Aralık 2016 Çarşamba

DAHA AZ NEFES AL...YA DA ARAÇLARI YASAKLA... ŞEHİRLERİN HAVA KİRLİLİĞİNE BÜYÜK ÖLÇÜDE FARKLI CEVAPLARI


Son zamanlarda yoğun kirli hava kütlesi ortaya çıktığı zaman, Parislilere ücretsiz toplu taşıma sunulurken Londralılar egzersizden kaçınmaları gerektiği tavsiyesini aldı. Peki en iyi çözüm hangisi?

Bu aralık ayında yüksek kirlilik oranlarının görüldüğü sisli Londra'dan bir görüntü. Fotoğraf: The Shard/PA)
Geçtiğimiz hafta Londra üzerini kalın bir kirli hava bulutu kaplayınca, uzmanlar sağlık problemleri olanları uyardı. Londralılara verilen tavsiye özetle şundan ibaret: "Daha az nefes alın."

Öte yandan Paris de aynı zaman dilimi içinde benzer bir kirliliğe -son on yılın en kötü hava kirliliği-maruz kalmasıyla birlikte yetkililer toplu taşıma ücretlerinden feragat ederek ve trafikteki araç sayısına sınırlama getirerek ve alternatif olarak tek ve çift sayılı araç plakalarına yasak getirerek harekete geçtiler. 
Aynı zamanda Paris belediye başkanı Anne Hidalgo, 2025 yılı itibariyle tüm dizel araçları yoldan çekileceği ile ilgili planları duyurma konusunda Madrid, Atina ve Meksiko'lu yetkililere katıldı. Dizel, petrole göre çok daha fazla miktarda tehlikeli nitrojen dioksit ve küçük kirletici partiküller salan, yüksek oranda kirletici bir maddedir ve kanserden kalp krizine kadar birçok hastalığa sebep olabilir.
Yol açtığı sağlık sorunlarına rağmen Britanya dahil olmak üzere Avrupa genelinde hükümetler, petrole göre daha az karbon dioksit ürettiği varsayımına dayanarak sürücülere dizel kullanımını özendiren vergi teşvikleri sunmaktadır.
Dizel karşıtı doktorlar hem merkezi hükümetin hem Londra belediye başkanı Sadiq Khan'ın Büyük Britanya'nın sağlığını korumak için bir an önce harekete geçmesi gerektiğini söylüyor. 
"Eğer ciğerlere etkin bir şekilde bir toksik madde gönderen bir şey dizayn edecekseniz, dizel kurum partiküllerinden daha iyi yapamazsınız." diyor Londra'nın Queen Mary Üniversite'sinde kirliliğin çocuklar üzerine etkisini araştıran profesör ve Royal Londra Hastane'sinden pediatri uzmanı Jonathan Grigg.  "Mümkün olduğunca çabuk bir şekilde kirletici ve toksik dizeli yollarımızdan çekmemiz gerekmektedir."
(2008'de Alman yetkililer Berlin, Hannover ve Köln'de sıkı emisyon mutlak emisyon alanları kurdu. Fotoğraf: Sean Gallup/Getty Images )

Geçtiğimiz hafta Khan, otobüs duraklarında, metro duraklarında ve yol kenarlarında hava kalitesi uyarılarıyla ilgili yeni bir sistem sundu. Londra Hava Kalitesi Şebekesi, kalp ve akciğer sorunları olan hassas insanların sınırlayıcı aktiviteyi de göz önüne alması gerektiğini söyledi.

Belediye başkanı da, kirliliği azaltmak için sağlanan fonun iki katına çıkarıldığını duyurdu. 2017'den itibaren -Çok Düşük Emisyonlu Alanın genişlemesi ve hızlanması için- Londra şehir merkezine giren dizel araçlar için ücretlendirme yapmak, ağır vasıtalar için daha sıkı standartlar getirmek ve otobüslerin daha çevre-dostu hale getirilmesi gibi önlemler almayı düşünüyor. Fakat o, bu yasakları getirmek için gerekli yasal otoriteye sahip olmadığından hükümetin acil eylem planı için harekete geçmesini istiyor.
Dünya genelinde şehirler Londra ile benzer sorunlarla yüzleşiyor. Bazıları diğerlerine göre daha sert oluyor, fakat genel olarak tecrübeleri gösteriyor ki hava kalitesini geliştirmek için atılan uygun adımlar işe yarıyor ve hayat kurtarıyor.
Berlin, çoğunlukla Batı Avrupa ile ilgili dizel felaketi hikayesi için dikkate değer bir istisna... Berlin, otobüslere ve çöp kamyonlarına kirlilik filtreleri kurarak kendi filolarını temizliyor, ağır yük kamyonlarına sıkı kurallar uyguluyor. Mutlak emisyon bölgelerine eski dizel araçların girişine izin verilmiyor ve zaten Almanya'nın en düşük araç kullanımına sahipken Berlin'deki araç kullanım oranı son yıllarda da oldukça düştü. Toplu taşıma ve iki-saatlik paso 2,25£ (8,23 TL) fiyatlandırma ile kullanımı kolay ve verimli.
Sonuç olarak, -eski ulaşım bakanı ve hükümet danışmanı ve federal çevre koruma örgütüne ve savunma gruplarına hizmet eden Axel Friedrich'in dediğine göre- en küçük ve en tehlikeli partiküllerin seviyesi yalnızca 3 yıl içerisinde %70 oranında azaldı.

(Aralık ayında New Delhi, tehlikeli bir şekilde kirletilmiş havaya maruz kaldı./Fotoğraf:Rajat Gupta/EPA)
Kraków, Avrupa'nın en kirli ülkelerinden biri olan Polonya'nın en kötü havasına sahip. Her kış, şehrin sakinleri evlerini sıcak tutmak için düşük teknolojili sobalarında kömür yakmaya başladıkları gibi bacalardan ağır duman süzülüyor ve şehri kaplıyor.
Uzun süren bir yasal mücadeleden sonra Eylül, 2019'da yürürlüğe girecek olan şehir "ev ısıtılmasında kömür yakmaya getirilen yasak" ile biraz ilerleme kaydetmiş durumda.
Meydana gelen değişikliklerin daha şimdiden her geçen yıl yüzlerce hayatı kurtardığına inanılıyor. Belediyeye bağlı Sürdürülebilirlik Ofisi'nin yöneticisi Mark Chambers'a göre bu, sera gazı emisyonlarını 2005'ten 2050'ye kadar %80 oranında azaltmayı amaçlayan New York'un hava kalitesi stratejisinin yalnızca bir parçası.
"Hava kalitesi, sistematik bir şekilde irdelemeniz gereken konulardan biridir" demiştir. "Kirliliğin tüm kaynaklarına bakarak ve onları irdeleme konusunda gerçekten düşünceli ve istekli olmak zorundasınız."
Amerikan otomobil kültürünün doruk noktasına ulaştığı şehir olan Los Angeles da havasını temizlemek için uğraş gösteriyor. Halen ülkenin en kötüsü durumunda olsa da bir zamanlar Los Angeles'lıların göğsünü sıkıştıran ve gözlerini sulandıran kirli hava kütleleri geride kaldı.

"Olağanüstü bir şekilde mesafe kaydettik, Los Angeles'taki dağları bile görebiliriz, burada büyüyen birçoğumuz için bu eskiden asla mümkün değildi." diyor Kaliforniya'nın Temiz Hava Koalisyonu başkanı Joe Lyou. O zamanlar, 1960 ve 70'lerde, en kötü günlerde "dışarı çıkamazdınız, nefes alamazdınız".
(1958 yılında Los Angeles alışılmış sisli günlerinden birinde. Fotoğraf: AP) 
Bu belirgin gelişim, Amerika'nın en sıkı hava kalitesi düzenlemelerinin bir sonucu... Denetçiler, içerdiği -siste payı olan- kimyasallardan dolayı yasaklanan boyalar için yapı marketlerinin raflarını dahi kontrol ediyor. Kirli dizel kamyonlarına eyalet çapında getirilen yasak ve 0 emisyonlu araçların kullanımına zorlanması da hikayenin büyük birer parçası...
Berbat havasının -Dünya Sağlık Örgütü'nün 2012'de 1 milyondan fazla kişinin ölümüne yol açtığı yönünde açıklama yaptığı- Çin bile bu krize göğüs germeye başladı. Beijing, hava özellikle kötüleştiği zamanlar araç sayısını azaltmak için plaka sınırlaması getirdi ve en eski ve en kirletici araçları yollardan çekmek için planlar yapmaya koyuldu. Daha da önemlisi, hükümet rüzgar ve güneş enerjisine milyarlarca dolar yatırım yaparak halkın öfkesini kontrol altına aldı ve yenilenebilir enerjide dünyanın en büyük yatırımcısı haline geldi. Yetkililer Çin'in şehirlerinde yaşayanların sağlığı ve gezegen için büyük yankı uyandırarak kömür yakıtlı elektrik santrallerinin planlarını bile iptal etmeye başladı. 
Belki çok daha kötü havası ile Hindistan bu konuda daha az girişken...Başbakan Narendra Modi'nin hükümeti, kirliliğin çok daha kötüye gitmesine izin verdikleri için kendisinden önce başa gelen partileri suçluyor. 
Bilim ve Çevre Merkezi'ne göre geçtiğimiz ay Delhi'nin 20 milyon insanı, son 17 yılın en kötü kirli hava kütlesine maruz kaldı. Yetkililer kömür yakıtlı enerji santrallerinin kepenkleri geçici olarak (!) indirdi, tüm inşaat ve yıkım çalışmalarını durdurdu ve birçok dizel güç jeneratörlerini kapattı.  
Delhi'nin sorunu kabullenmeye başladığına işaret olarak, -bir çözüm yolu olmasa da- partikül seviyeleri önerilen maksimum değerin 28 katını aştığı için yetkililer 1800 okulu 3 günlüğüne kapattı. 
(Hindistan. Fotoğraf: Getty Images)

İran'ın başkenti Tahran da yetkililer ağır sis kütlesinin 23 gün içerisinde 412 kişinin ölümüne yol açtığı açıklamasını yapınca aynı önlemleri aldı. Gerçekte İran Dünya Sağlık Örgütü'nün "PM2.5 yönünden en kirlenmiş şehirler" listesinin başındaki Zabul'a ev sahipliği yapıyor.  
Havanın sizi hasta etmediği bir şehirde yaşamak nasıl hissettirir? "Güzel" diye cevap veriyor Berlinli Friedrich bir kahkahayla, mahallesinin güney-batının en temiz yerlerinden biri olduğunu ekleyerek... "Benim hava kalitem kırsal bölgelerdeki gibi."

TR Çeviri: dunyaninyesili.blogspot.com
Devamını Oku »

30 Kasım 2016 Çarşamba

SUYUN GÜVENLİĞİNİ MAVİ, YEŞİL ve GRİ SU İLE ARTTIRMAK



Tarım, dünyadaki gitgide azalan su kaynaklarının en aç gözlü tüketicilerinden biridir. Ve yiyecek üretiminin artan popülasyonun ihtiyaçlarının karşılanması için önümüzdeki 35 yıl %70'in üzerinde bir artış göstermesi gerekecektir. Talebi oluşturan yalnızca mahsuller değildir; tarım, şehirler, sanayiler ve eğlence sektörü ile su için bir yarış içine girecektir. 
Sınırlı su ve bu suya bağımlı olan ve giderek artış gösteren insan sayısı ile, su güvenliği belirsizdir. Ancak mavi, yeşil ve gri suyu kullanan entegre su yönetim tesisleri su güvenliğini arttırabilir. Bu renkler ne anlama gelmektedir ve bu sular hayati önem taşır mı?
Bunlar bu yıl 5 Kasım'da düzenlenmiş olan "Mavi Dalgalar, Yeşil Rüyalar ve Grinin Gölgesi: Suya Bakış Açısı" sempozyumunun ana soruları...



Mavi su; göl, nehir, rezervuar ya da akiferlerde bulunmaktadır. İçme suyu, evsel, endüstriyel amaçlar ya da tarımda sulama suyu olarak birçok amaçta kullanılır. Tatlı su depoları sınırlıdır ve mavi sudan kalan miktar korunmalı ve tutumlu bir şekilde kullanılmalıdır.


Yeşil su; bitkiler ve toprak mikrooragnizmaları için toprakta uygun olarak bulunan sudur. Kökler yardımıyla emilebilir ve bitkiler tarafından büyümek için kullanılıp atmosfere geri salınır. Mahsuller tarafından yeşil suyun kullanımı daha faydalı bir kullanım için en uygun hale getirilmelidir.




Gri su; önceden kullanılmış olan sudur ve bazı safsızlıklar içerebilir. Kentlerden, hanelerden ya da sanayilerden gelebilir ve genellikle arıtılmış ya da deşarj edilmiş sudur. Gri suyun tarım için yeniden kullanımı depolardan çekilen mavi su miktarını azaltabilir ve bitkilerin kullandığı yeşil su miktarını arttırabilir. 



Bu üç su kaynağı -yeşil, mavi ve gri- tarımın 2050 yıllarda 9 milyar insanı beslenmesini sağlaması için korunmak ve iyi şekilde kullanılmak zorundadır. 

(Kaynak:sutema.org)

Haberin orijinaline göz atmak için tıklayınız: 
https://www.sciencedaily.com/releases/2013/10/131003111119.htm
TR Çeviri: dunyaninyesili.blogspot.com

Devamını Oku »

14 Ekim 2016 Cuma

İSVEÇ SANILDIĞI GİBİ ATIĞININ %99'UNU GERİ DÖNÜŞTÜRMÜYOR!

Inhabitat'taki Treehugger araştırmacıları Global Citizen'dan seçtikleri oldukça popüler olan "İsveç atıklarının %99'unu nasıl geri dönüştürüyor?" başlığı üzerine çalıştı. Bunu ilk yapan onlar değil, 2014 yılında Huffpo (Huffington Post) Haber Sitesi de "İsveç atığının %99'u artık geri dönüştürülüyor." konusunu işlemişlerdi. Tüm bunlar "Süregelen geri dönüşüm devrimi ile İsveç'in evsel atıklarının %1'inden azı çöp sahasına geliyor" diyen resmi bir İsveç hükümet sitesi'nden türemiş görünüyor.
Sorun şu ki, geri dönüşümün herhangi bir tanımı ile, bu bir abartı...Gerçekte atıklarının neredeyse %50'sini ısı ve enerji elde etmek için yakıyorlar. Ve kendi web sitelerinde bile bunun en iyi yaklaşım olmadığını, bunun gerçekte "geri dönüşüm" olmadığını ve yakmaktan ya da en başından başka bir ürünle değiştirmektense geri dönüştürmenin ya da tekrar kullanmanın daha az enerji gerektirdiğini kabul ediyorlar.
ABD'de geri dönüşüm "Atığı yeni bir ürün üretmek için hammadde olarak kullanma" olarak tanımlanıyor. Geri dönüşüm bir objenin ya da materyalin fiziksel yapısını değiştirme ve değiştirilen materyalden yeni bir obje meydana getirmeyi de içermektedir. Yakma ise kompostlaştırmanın dışında "kül haline getirme, piroliz, damıtma/saflaştırma ya da biyolojik dönüşümü ifade eden "dönüştürme olarak ifade edilir.

Enerji tesislerinin temiz olduğu ve dioksin ve çöp yakma fırınlarından çıkan diğer şeyleri filtreden geçirdiğine şüphe yok. Ancak yayınlanan "%99.9 toksik olmayan karbon dioksit ve su..." Karbon dioksitin toksik olup olmadığı, iklim üzerine etkili olup olmadığı konusunu sorgulayan çok fazla kişi var.

ARC
Ve bu tesisler fazla miktarda CO2 salıyor. EPA(Çevre Koruma Ajansı)'ya birim megawatt enerji başına göre kömür yakımından daha çok CO2 meydana getiriyor.

EPA'ya göre çöp yakma işlemi üretilen megavat saat elektrik başına 2,988 Paund'luk CO2 açığa çıkarıyor. Bu sayı kömürde 2,249 pounds/megavat saat, doğalgazda ise 1,135 pounds/megawat saattir. Fakat enerji eldesinde yakılan kağıt, yiyecek, tahta ve biyokütleden oluşan diğer şeylerin çoğu "Dünya'nın doğal karbon döngüsü" olarak zamanla içerisinde saklı kalan CO2'i açığa çıkarır. 

Dolayısıyla CO2 emisyonlarının 2/3'ü biyokütle olarak muamele görüyor ve karbonsuz olarak düşünülüyor, çünkü bu tesisler -birçok bilim insanının da tartıştığı gibi- doğal döngüde onlarca yılda çıkacak karbonu şu anda çıkarıyor. Kömürden daha temiz olabilmesinin tek sebebir budur.
O halde enerji elde edilen atığın gerçek geri dönüşüm oranı üzerine ne etkisi var? TreeHugger yazarı Tom Szak "Atıktan enerji eldesi işe yarar mı?" adlı yazısında şöyle diyor:
"Atıktan enerji elde etme sistemi daha sürdürülebilir atık azaltım stratejileri geliştirmek adına caydırıcı bir rol de oynuyor. Katı kirlilik standartları ile ve atık bertarafı için son çare olarak kısa süreli dönemli iyi çalışabilir, ancak bu yöntem bize uzun süreli, sürdürülebilir bir çözüm sağlamıyor. Materyali (geri dönüşüm ve yeniden kullanım yolu ile) koruma zaten sürdürülebilir gelişimin anahtar bileşenidir. Sınırlı kaynakları yakmak gelecekte en iyi yaklaşım olmayabilir."
Atıktan enerji elde etme sisteminin reklamını yapan bir İsveç sitesinde atık ithal ettikleri gerçeğiyle gurur duymaktalar:

"Atık oldukça ucuz bir yakıttır ve İsviçre verimli ve karlı atık arıtımında zamanla büyük bir kapasiteye ve beceriye ulaştı. Hatta İsviçre diğer ülkelerden 700.000 ton atık ithal etmektedir."
David Suzuki ithalata başka bir açıdan bakmaktadır:
"Yakmak da pahalı ve verimsiz bir yöntemdir. Bir kez uygulamaya başladığımız zaman yakıt maddesi olarak atığa bel bağlarız ve daha bununla baş etmek için çevreye daha uyumlu metodlara dönmemiz zordur. İsveç ve Almanya'da görüldüğü üzere azaltma, yeniden-kullanmak ve geri dönüştürme için çaba harcamak atık "yakıt"sızlığı ile sonuçlanabilir."

Cr: BIG

İskandinavya'da kayak yapabileceğiniz yeni güç santralleri inşa eden Bjarke Ingels'e sahip olmak da dahil olmak üzere atıktan enerji elde etmek için oldukça mükemmel şeyler yaptıklarına şüphe yoktur. Kopenhag'daki bir atıktan enerji elde etme tesisini gezdim ve çevre halkını nasıl ısıttığı, kamyonlarca çöpü atık sahasına gitmesi için nasıl bertaraf ettiği ve tabii ki elektrik ürettiği konusunda çok etkilendim. 
But it is not recycling. As David Suzuki notes,
Fakat bu geri dönüşüm değildir. David Suzuki'nin de not ettiği gibi:
"Bu karmaşık bir konudur. Azaltma ve kirletici fosil yakıtların giderek pahalılaşan kaynaklarına bel bağlamadan atığı yönetmek ve enerji üretmek için yollar bulmamız gerekmektedir. Çöpü atık sahasına göndermek en iyi çözüm yolu değildir. Ürettiğimiz atık miktarını azaltmakla başlayarak atık sahalarından ve yakmaktan daha iyi seçeneklere sahibiz. Düzenleme ve eğitim yolu ile, asıl kaynağı azaltabilir ve daha kompostlanabilir, geri dönüştürülebilir ve yeniden kullanılabilir materyalleri çöplükten uzaklaştırabiliriz. Bunları yakıp kül etmek açıkça savurganlıktır."
Özetle; yakıp kül etme geri dönüştürme değildir ve bu sebeple de İsveç atıklarının %99'unu geri dönüştürmemektedir.


Kaynak: Treehugger
Haberin orijinaline göz atmak için tıklayınız: http://www.treehugger.com/energy-policy/no-sweden-does-not-recycle-99-percent-its-waste.html
TR Çeviri: dunyaninyesili.blogspot.com
Devamını Oku »

13 Ekim 2016 Perşembe

EN PAHALIYA MAL OLAN NÜKLEER FELAKETLER ve GELECEĞİN NÜKLEER RİSKLERİ

CC BY 2.0 Eamonn Butler
Nükleer felaket deyince hemen Çernobil ve Fukuşima akla gelir. Ancak Three Mile Island'ı hatırlıyor musunuz? Beloyarsk, Jaslovske ya da Pickering'i hiç duydunuz mu? Bu isimler en pahalıya mal olan nükleer felaketler arasında yer alıyor.
  1. Çernobil, Ukrayna (1986): 259 milyar $
  2. Fukuşima , Japonya (2011): 166 milyar $
  3. Tsuruga, Japonya (1995): 15.5 milyar $
  4. Three Mile Island, Pensilvanya, ABD (1979): 11 milyar $
  5. Beloyarsk, Sovyetler Birliği (1977): 3.5 milyar $
  6. Sellafield, Birleşik Krallık (1969): 2.5 milyar $
  7. Athens, Alabama, ABD (1985): 2.1 milyar $
  8. Jaslovske Bohunice, Çekoslovakya (1977): 2 milyar $
  9. Sellafield, Birleşik Krallık (1968): 1.9 milyar $
  10. Sellafield, Birleşik Krallık (1971): 1.3 milyar $
  11. Plymouth, Massachusetts, ABD (1986): 1.2 milyar $
  12. Chapelcross, Birleşik Krallık (1967): 1.1 milyar $
  13. Chernobyl, Ukrayna (1982): 1.1 milyar $
  14. Pickering, Kanada (1983): 1 milyar $
  15. Sellafield, Birleşik Krallık (1973): 1 milyar $

216 nükleer felaket ve kazayı içeren yeni bir araştırmaya göre "Sıradaki nükleer kaza halkın beklediğinden çok daha yakın zamanda ve çok daha şiddetli olabilir."

Çalışma günümüzdeki nükleer güvenlik değerlendirmelerinde iki önemli noktaya dikkat çekiyor. İlki, Uluslararası Atom Enerji Kurumu (IAEA) endüstrinin denetim müdürlerine hizmet ediyor ve nükleer enerjiyi destekliyor. İkincisi, nükleer kazaları değerlendirmek için kullanılan birincil ekipmanın işlevi kör noktalar yüzünden azalıyor.

İlk meseledeki çıkar çıkarması nettir. İkinci mesele ise meslekten olmayanlar için nükleer kaza risklerinin standart tahminlerinin kaynağı olan endüstrinin olası güvenlik değerlendirmelerini daha etraflıca anlayana dek pek anlaşılır olmayabilir. Bir olası güvenlik değerlendirmesi, arıza yapabilecek/yolunda gitmeyecek her bir küçük ayrıntıyı tanımlamayı ve bu riski yansıtan olasılığa değer biçmeyi içerir. Nükleer tesisler, risk olasılığı neredeyse sıfıra indirmesi gereken birbirine kenetli güvenlik mekanizması tabakaları ile inşa edilmektedir.

Bu iş güvenliği mühendislerinin risk seviyelerini azaltmalarına yardımcı olmak için teknolojinin yararları ile kabul edilebilir bir şekilde bağlantılı, kapsamlı ve ayrıntılı bir yöntemdir. "Sıfır kaza" amacına yönelik çabada büyük gelişmeler kaydetmeleri hususunda iş güvenliği mühendislerine kesinlikle yardım etmiştir. Bununla birlikte, bir olası güvenlik değerlendirmesinden bilimsel olarak hesaplanmış risk olasılıkları, -yolunda gitmeyebilecek her bir küçük ayrıntıyı tanımlama konusunda- ancak mühendislerin yetenekleri kadar iyidir. 

Her seferinde, önceden düşünülmeyen yeni bir şey ters gider, hızlı bir şekilde olası güvenlik değerlendirmelerine entegre edilir ve değerlendirme yeniden hesaplanır ve riskleri "güvenli" seviyeye döndürmek için güvenlik ölçümleri sağlamlaştırılır. Ve endüstri, güvenlik için tasarlanan tabakalardan dolayı hiç kaza oluşmadığı zaman bile ters gidebilecek her şeyi yakından takip eder, bu da olası güvenlik değerlendirmelerinde gerçek kazalara gerek duymadan ince ayar yapılmasına yardım eder. Fakat bazen bir Çernobil ya da Fukuşima, sınırlarımızın riskleri kontrol etmede teknolojimizi aştığını ispatlar.

İngiltere Sussex ve ETH Zürih Üniversitelerinin araştırmacıları tarafından yapılan yeni bir çalışma nükleer sanayiyi alt üst etmiş olaylar üzerine istatistiksel analiz verileri sunarak konuya farklı bir açıdan bakmıştır. Rapor, her bir nükleer felaketin ardından edinilmiş bilgi ve tecrübenin verdiği avantajla nükleer güvenliği mühendislerinin gelişiminin izini sürer. Rapora göre özellikle orta-büyük ölçekli kazaların ortadan kaldırılmasında güvenlik mühendislerinin başarısından dolayı nükleer kazalar önemli ölçüde azalmıştır. 
Ancak iyimser yaklaşımla bile rapor tahminlerine göre yüzyılda bir ya da iki kez Uluslararası Atom Enerji Kurumu ölçümlerinin uç noktalarındaki felaketlerin olması olmama ihtimalinden yüksek... Three Mile Island ölçeğindeki kazaların her 10-20 yılda bir meydana gelme olasılığı ise %50'den fazla...

Bu, nükleer endüstrinin sonunun geldiği anlamına gelmeyebilir. Çalışmanın yardımcı yazarlarından biri olan Profesör Didier Sornette şunu vurgulamaktadır: "Çalışmalarımız nükleer endüstrisini kötülüyor gibi görünürken, diğer düşünceler ve gelişim potansiyeli nükleer enerjiyi gelecekte çekici hale getirmektedir."
Ekip nükleer olayların veri tabanı oluşturarak olayla ilgili şimdiye kadarki çalışmalara online olarak ulaşılabilecek açık bir kaynak oluşturdu. Belgeler Enerji Araştırma ve Sosyal Bilimler tarafından yayınlandı. http://onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1111/risa.12587/full


Kaynak: treehugger.com
Haberin orijinaline göz atmak için tıklayınız: http://www.treehugger.com/energy-disasters/15-costliest-nuclear-disasters-and-nuclear-risks-future.html
TR Çeviri: dunyaninyesili.blogspot.com
Devamını Oku »

1 Ekim 2016 Cumartesi

BATI’DAKİ KURAKLIĞIN UNUTULMUŞ KURBANLARI

Sadece Kaliforniya değil, Nevada da mağdur... Yağmursuzluk ve karsızlık rekor düşüklükteki rezervuarlarla tarım arazilerini ve çiftlikleri kuru ve toz içinde bırakıyor.

Mead Doğal Rekreasyon Alanı’ndaki Boulder Sahili’nin yanında bir defasında su altında kalan kueak yüzeyden otlar çıkıyor. Göl seviyesi Colorado Nehri’ne olan kar erimesi akışlarının azalmasından dolayı düşmeye devam ederse federal hükümet Nevada ve Arizona şehirlerine dağıtılan suda kesintiler yapmak zorunda kalabilir.

YOMBA HİNDİSTAN REZERVUARI, NEVADA – Geçtiğimiz yaz Nevada öylesine kuruydu ki çiftçi Darryl Brady havlusunu kaptı ve tozlu bir kuyuya girdi,… Kar dağlara yağmadı ve nehir kuruydu, bu yüzden Brady 85 sığırdan oluşan sürüsünü kurtarmak için çaresizce yüzeydeki su damarlarına ulaşmaya çalışıyordu. Fakat umduğunu bulamadı; yeryüzünün verecek hiç suyu yoktu.

“Hatırlıyorum ben küçükken yağmur yağardı ve burada su birikintileri olurdu,” dedi Brady hasretle. “Bu yeraltı kurbağaları zıplardı. Vrak vrak vrak, kurbağalar her yerde. Şimdi şuna bir bakın, hepsi öldü, burada hiç yok. Kuraklık her şeyi öldürüyor.”

Geçen kış yağan kuvvetli kar yağışı sağolsun, bu yaz su geri geldi. Yomba Hint Rezervuarı’nda Reno ve Las Vegas arasında uzak bir akarsu vadisine yerleşen yerli Amerikan çiftçisi Darryl Brady büyük değişimlerle yüzleşiyor.

Dünyanın büyük bir kısmı Batı’nın rekor-kıran kuraklığından yalnızca Kaliforniya’nın zarar gördüğünü düşünüyor. Oysa ki Nevada’da, ülkenin en kuru bölgesinde, son 5 yılda çok daha az duyulan fakat aynı şekilde zarar veren su krizi yaşanıyor.

Carson ve Humbold gibi Nevada nehirleri küçüldü. Batı Nevada’daki Walker Nehri Hint Rezervuarı’nın kenarındaki Walker Gölü gibi muazzam büyüklükteki göller neredeyse yok oldu. Kuzey Nevada’daki Rye Patch gibi rezervuarların seviyeleri aniden düştü. Las Vegas’ın su kaynağı Mead Gölü 1930larda Hoover Dam tarafından oluşturulduğundan beri en düşük seviye olan deniz seviyesinin 1073 ft üzerine kadar düştü. Bu, çöl şehrinin su tedarikçisini Doğu Nevada’nın verimli vadilerindeki arazi ve yer altı suyu haklarını satın almaya zorladı.

Aynı zamanda altın madenleri ve endüstrileşmiş çiftçilik, devletin akiferlerini bir araya toplamaktadır. Yamba’dan çok uzakta olmayan enerji şirketleri diğer metodlar arasında yoğun sulama gerektiren teknikleri kullanarak düşük kaliteli ham petrolü çıkarmak için arazileri satın dahi aldı. Birkaç yıl önce çok uluslu bir şirket -Carlyle Grup- Montana’nın su tedarikçisi olan Missoula şehrini satın aldı ve bu uygulamanın yaygınlaşacağına dair endişeler söz konusu…




Haber Kaynağı: nationalgeographic.com
Türkçe Çeviri: dunyaninyesili.blogspot.com..tr
Devamını Oku »

27 Eylül 2016 Salı

ATMOSFERDEKİ ASİDİTE SEVİYESİ SANAYİLEŞME ÖNCESİ DÖNEMLERE İNDİRGENDİ

(Buz, Grönland ve Antarktika delindi ve ölçümlere hazırlandığı yer olan ülkesindeki laboratuara taşındı.
Kaynak: Paul Vallelonga, NBI)
Yeni araştırmalar gösteriyor ki atmosferdeki insanlara ait asit kirlenmesi şimdilerde neredeyse 1930’larda sanayileşme ile başlayan kirlenmeden önceki seviyelere döndü. Sonuçlar Grönland buz tabakası ile ilgili yapılan çalışmalardan çıktı ve bilim dergisi Environmental Science and Technology’de yayımlandı.

Grönland buz tabakası geçmişteki iklim ve atmosferik bileşimin özgün bir arşividir.  Grönland buz tabakası yağan ve asla erimeyen kardan oluşur, fakat yıllar sonra aynı kalmaktan ziyade yavaş yavaş sıkışarak buza dönüşür. Araştırmacılar  kilometrelerce kalınlıktaki buz tabakaları boyunca bize geçmişteki iklim değişikliğini ve sera gazlarının konsantrasyonunu ve atmosferdeki kirleticiler hakkında bilgi veren buz çekirdeğini delerek her bir yıllık tabakayı analiz edebilmektedirler.

Atmosferdeki asit, dev volkanik patlamalardan ve endüstriden kaynaklı insan-yapımı emisyonlardan gelebilir. Buz çekirdeğinin üzerindeki iletkenliği ölçen bir alet yardımıyla buzdaki asidite kolayca ölçülebilir. Eğer ki yüksek düzeyde bir asidite varsa, ölçüm sonuçlanır ve 125,000 yıl önceki buzullararası devre kadar iklimin tüm geçmişi saptanabilir. Ancak son 100 yıl için atmosferik asiditeyi ölçmek isterseniz bu işlem, en üstteki 60 metrede bulunan ve henüz sert buza dönüşmediğinden daha gözenekli yapıda olan yıllık tabakalar için daha zordur.

YILDAN YILA KİRLİLİK ÖLÇÜMLERİ

Fakat son 100 yıl, sanayileşmeden, taşıt kullanımlarından ve insanların enerji tüketiminden dolayı atmosfere çok büyük miktarda kirlilik verilen bir periyot olduğu için iklim araştırmacıları için oldukça ilgi çekicidir.
“Biz bir spektrometre kullanarak buzun asiditesini doğrudan ölçebilen yeni bir metod geliştirdik. Buz çekirdeğinin uzunlukları boyunca kesilen bir buzdan değneğimiz var. Bu buz çekirdeği yavaşça eriyor ve eriyen-su birçok kimyasal ölçüm aldıkları laboratuara ulaştırılıyor. Bu yeni metodumuzla asiditeyi de – bir başka deyişle pH değerini de- ölçebiliyorsunuz ve bu bir pH boyarmaddesi eklendikten sonra suda renk değişimleri olduğunda gözleniyor. Yıldan yıla olan dalgalanmaları doğrudan görebiliyoruz.” diye açıkladı Kopenhag Üniversitesi, Niels Bohr Enstitüsü’ndeki Buz ve İklim  Merkezi’nde post-doktor olan Helle Astrid Kjær.

Yıllardır buzun gözenekli-yıllık tabakalarındaki asiditeyi ölçme problemini çözmek için araştırmalar gerçekleşti ve günümüzde Niels Bohr Enstitüsü’nden bilim insanları başardı. Metod, “Devamlı Akış Analizi” metodudur ve İsviçre’de icat edilmiştir, fakat asitliği de ölçebilmesi için Helle Astrid Kjær bu sistemin gelişimine öncülük etmiştir.

DOĞAL ve İNSAN-YAPIMI KAYNAKLAR ARASINDAKİ FARKLAR

Ayrıca yeni metodu kullanarak daha kesin pH sonuçları ölçebilmek için, CFA sistemi emisyonların volkanik patlamalardan ya da geniş ormanlardan mı yoksa endüstriden mi kaynaklandığını da ayırt edebiliyor. Araştırmacılar böylelikle endüstriyel kirlilik değerlendirmesinde hem volkanik patlamalar hem de orman yangınlarını filtreleyebiliyor ve sonuçlar devrim niteliğinde…  

Yeni pH metodu Yeni Zelanda, Amerika Birleşik Devletleri ve Danimarka’dan araştırma ekipleri tarafından Grönland ve Antarktika’daki buz çekirdeklerinde çoktan kullanılmaya başlandı.



Haberin orijinaline göz atmak için tıklayınız: https://www.sciencedaily.com/releases/2016/09/160924223232.htm
Türkçe Çeviri: dunyaninyesili.blogspot.com.tr
Devamını Oku »

19 Eylül 2016 Pazartesi

GÜNEŞ, RÜZGAR ve HAVADA SÜRDÜRÜLEBİLİR TEKNOLOJİ TRENDLERİ


Teknoloji yeniliğin arkasındaki güçtür. Genel olarak kurduğumuz, uyarladığımız ve işlediğimiz her şeyin amacı bu gezegendeki yaşantımızı kolaylaştırmaktır. Ulaşım olsun, mahsul yetiştirmek ya da bilgi alıp, yollamak olsun, teknoloji bir problemi çözmek ya da bir prosesi kolaylaştırmak için vardır. Bununla birlikte bu teknolojinin çevresel maliyeti büyüktür. Örneğin, bir IPhone’nun üretiminin ve kullanımının ortalama karbon ayakizi modele bağlı olarak 55-75 kg’dır.

Bununla birlikte, yeni teknolojiler ülke çapında çevresel baskıyı azaltıyor. Bu büyük şirketlerin kısmen sürdürülebilirliğe karşı pozitif bir tavır koymasıdır. Örneğin, Nike Reuse-A-Shoe (Tekrar kullan-A-Ayakkabı) kampanyasıyla geri dönüşümün büyük ölçüde mümkün olduğunu diğerlerine göstermek için harekete geçti. 1&1 gibi web barınağı şirketleri veri merkezlerinin dünya çapında en enerji tasarruflulardan biri göstererek ve her yıl atmosfere salınan CO2 miktarının 30000 tonu aşmasını önleyerek kendi yeşil çabalarını bilinir yaptı. Banka sektöründe bile, Dünya Bankası iklim değişikliğini azaltmaya yönelik 2016’da 16 milyon dolar ayırdığı gibi mali kurumlar da bu konuda paylaşımlarını yapıyorlar.

Fakat bir çok kredi de az bilinen başlangıçlar ve mucitler tarafından  yapılan yaratıcı icatlardan kaynaklanmaktadır. Bu teknolojiler karbon çıkışını azaltma, temiz enerji üretme ve su kaynaklarını kirletmeme; esas itibariyle şimdiki teknolojik gelişmelerimizin yol açtığığ zararı azaltma amacıyla işletilir.

Kanatsız rüzgar türbinleri




Rüzgar türbinleri bir süredir yenilenebilir enerjinin ana ürünlerinden biri olmuştur. Bununla birlikte, işe yaramalarının yanında, çok büyük ve inanılmaz derecede gürültülüdürler ve özellikler kuş popülasyonuna karşı pek arkadaş canlısı değildirler. Vortex Bladeless klasik türbinlerin külfetli kanatlarını geride bırakan türbin üzerinde çalışan bir firmadır. Bunun yerine, onların modelleri rüzgarın yol açtığı titreşimler yoluyla gücü kontrol altına alacaktır. Evsel ve endüstriyel kullanım için iki kanatsız model vardır ve bunlarda klasik türbinlere göre karbon ayakizi %40 daha azdır.

Hava filtrasyon kuleleri




Delhi ve Beijing gibi kötü hava kalitesinden muzdarip şehirler… Daan Roosegaarde ve Bob Ursem bunu fark etti ve 7 metre uzunlukta kirli havayı emen ve kirsiz olarak çıkaran bir filtrasyon kulesi tasarladılar. Şimdilerde Rotterdam’da bulunan kule saatte 30000 m3 havayı temizleyebiliyor.

Solar çatı kaplama




Güneş panelleri yeni bir şey değil ancak teknik lider Elon Musk bir adım ileri gidiyor. Onun güneş enerjisi şirketi, “SolarCity”, yalnızca evlerin çatılarına güneş paneli kurmayacaklarını, bunun yerine çatının kendisini güneş paneli yapacaklarını açıkladılar. Musk’ın kendisinin de dediği gibi “Çatıdaki bir modülün aksine bu bir solar çatı…” Bu teknoloji Tesla Powerwall – Musk’ın diğer girişimlerinden patentli bir teknolojisi” evlerin etkili bir şekilde tamamıyla temiz enerji üretmesine izin verecektir.



TR Çeviri: dunyaninyesili.blogspot.com.tr
Devamını Oku »

18 Eylül 2016 Pazar

RUSYA’DA BU NEHRİN RENGİ KIRMIZIYA DÖNDÜ!


Kuzey Kutup Dairesi’nin yukarısındaki sanayi şehri boyunca akan Rusya’daki Daldykan Nehri geçtiğimiz birkaç gün içinde normaldeki mavi-yeşil renginden kan kırmızısı renge dönüştü. Değişimin nedenini tanımlayan resmi bilimsel bir açıklama yok fakat iki teori ortaya atıldı.

İlki bu kırmızı rengin o bölgedeki zeminde doğal olarak meydana gelen büyük miktardaki demirden geldiğidir. İkincisi ise, kimyasal sızıntı olduğu…

Norilsk’e civar fabrikalardan kirlilik bulaşması olmuş ve ABC Haberlerine göre Rusya Çevre Bakanlığı atık borularında “Norilsk Nikel” maden ve dökme fabrikalarına ait sızıntı olabileceğini söylemiştir. Bakanlık probleme karşı alarma geçirildi ve sosyal medya paylaşımlarından dolayı müdahil edildi, fakat resmi makamlar hala kırmızı kirleticinin ana kaynağını bulmaya çalışıyor.

Bölgedeki birçok diğer fabrikanın da sahibi olan “Norilsk Nikel” tesislerinde herhangi bir sızıntı olduğu iddiasını reddetti, fakat Atlas Obscura de açıkladığı gibi her ihtimale karşı çevresel kontrollerin yapıldığını söyledi. National Geographic’e gönderilen bir açıklamada şirket nehrin durumunu etkileyen herhangi bir sızıntı teyit edemediklerini, fakat nehrin çevresini ve şirkete ait üretim alanlarını gözlemlemeye devam ettiklerini söyledi.

Yöre halkı şaşırmış değil, nehrin daha önce de kırmızıya döndüğünü gördüklerini söylediler. ABC Haberlerine göre sosyal medyada bir kişi civardaki bir fabrikadaki işçilerin “Kırmızı Deniz” ile bağlantılı bir rezervuar açtıklarını iddia etti.



Yazan: Heather Brady / 07.09.16

TR Çeviri: dunyaninyesili.blogspot.com.tr
Devamını Oku »

17 Eylül 2016 Cumartesi

YEŞİL ŞEHİR MASDAR'IN DÜNYAYA ÖĞRETECEK ÇOK ŞEYİ VAR

Aydınlatma düğmelerinin ya da su musluklarının bulunmadığı Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki yeni bir çöl şehri, enerji ve değerli kaynakların tasarrufuyla ilgili tüm dünyadaki insanlara öğretecek çok şeye sahip…

Alçak/asansörsüz ve enerji tasarruflu binaları, akıllı sayaçları, üstün toplu taşıma araçları ve yenilenebilir enerjinin geniş çaplı kullanımı ile, Abu Dhabi’deki Masdar şehrinin 2000 adet sakini tüm dünyadaki şehir plancılarına “yeşil” örnek olan bir yerde yaşamaktalar.

Masdar şehrinde hiç aydınlatma düğmesi ya da su musluğu yok. Aydınlatmayı ve suyu elektrik ve su tüketimini sırasıyla %51 ve %55 oranında azaltmak için hareket sensörleri kontrol ediyor.

Masdar dünyanın “sıfır karbon ve “sıfır atık” için dizayn edilen ilk şehri, fakat bu şehrin çevre uzmanları sanayi sonrası döneminde düşük-karbonlu bir metropol olmayı amaç haline getiren İngiliz şehri Birmingham’ın tarihinden de çok şey öğrenebilir.



Haberin orijinal haline göz atmak için tıklayınız: 
TR Çeviri: yemyesilcevre.blogspot.com.tr
Devamını Oku »

HAVA KİRLİLİĞİ ÇOCUKLARDA AKIL SAĞLIĞINI NASIL ETKİLER?


Hava kirliliğinin yetişkinlerde belli akıl sağlığı sorunlarının için bir risk faktörü oluşturduğu bilinmektedir, fakat yeni bir çalışma yüksek hava kirliliği oranları ile çocuklar ve ergenlerdeki psikiyatri sağlığı arasında bağlantı kurmaktadır.

Bu bağlantıyı araştırmak için İsveç’teki Umea Üniversitesi’nden araştırmacılar kayıt-tabanlı olarak bilinen verileri incelediler. İsveçlilere verilen tüm ilaçlar kayıt altına alınıyor ve böylece araştırmacılar Stockholm, Västra Götaland, Skåne ve Västerbotten’den olan 18 yaşının altındaki bireylerde yoğunlaşabildiler. Sonrasında İsveç Ulusal Kayıtları ile bağlantılı olarak bu verileri incelediler.

Bu bölgelerdeki sosyoekonomik sıralamadan dolayı araştırmacılar ilk olarak zenginlik ve etkin köken dahil olmak üzere sonucu etkileyebilecek faktörleri kontrol etmek zorunda kaldılar.Araştırmacılar hava kirliliği seviyelerinin ergen ve çocuk psikiyatrik tanılarını etkilediğini buldular fakat zihinsel rahatsızlıkların oranını doğrudan ölçemediler.

Üstelik, havadaki 10 µg/m3’lük bir azot dioksit  artışı ile en az bir psikiyatrik tanıya sahip olma riski artıyor.

Azot dioksit yol trafiği ve diğer fosil  yakıtların kullanımından kaynaklanan en şiddetli hava kirleticilerinden birisidir. Bu gaz sağlık ve çevre kuruluşlarını özellikle ilgilendirir, çünkü partikül madde ve asit yağmurunun oluşumunda rol oynar. Azot dioksite uzun süreli maruz kalma akciğer fonksiyonunun azalması ile ilişkilidir ve nefes alma, solunum problemleri ile sonuçlanır. Artan alerji oranları için potansiyel bir risk faktörü olarak da bilinir.


Haber kaynağı: enn.com
Haberin orijinaline göz atmak için tıklayınız: http://www.enn.com/pollution/article/49624

TR Çeviri: dunyaninyesili.blogspot.com.tr
Devamını Oku »

VIRGIN ATLANTIC: ÇELİK FABRİKALARINDAN ÇIKAN EMİSYONLAR UÇAKLARA YAKIT SAĞLAYABİLİR!


5 yıl süren araştırma ve gelişmelerden sonra, Virgin Atlantic ve temiz-teknoloji ortaklarından biri olan LanzaTech, çelik fabrikalarından çıkan atık gazlardan yapılan bir jet yakıt kaynağı geliştirdi. Şirketlere göre bu jet yakıt kaynağı hem performansı, hem de geleneksel jet yakıtıyla karşılaştırıldığında %65 karbon emisyon tasarrufuyla sonuçlanan geniş çaplı testlerden geçti.



Bu buluş tam da karbon-ağırlıklı işletmeyi azaltmaya yönelik çözüm arayan hava yolu şirketleri uzun zamandır su yosunu ve diğer biyoyakıtlarla karıştırılmış olan jet yakıtlarıyla ilgilenmeye başladığı zaman geliyor. Su yosunu yakıt karışımlarıyla denemeler yapan Hollanda nakliye şirketi KLM, parafin ve yemeklik yağ karışımları kullanarak Atlantik ötesi uçuşlar gerçekleştirdi ve hazırda bulunduğu takdirde hala bu yakıtları kaynak olarak kullanıyor. Alaska Hava Yolu Şirketi de karbon emisyonlarını azaltmak için geri dönüştürülebilir yemeklik yağları kullanmayı göz önünde bulundurdu. Bu yılın başlarında United Hava Yolu Şirketi, biyoyakıt-geleneksel karışımlarını kullanarak San Fransisco ve Los Angeles arasında gerçekleşen uçuşları başlattı. Brezilya şeker kamışı stoğundan kullanılan uçak yakıtları da bir seçenek olarak not edildi.



Fakat daha sürdürülebilir jet yakıtları geliştirme ile ilgili problem tek kelimeye indirgenebilir; ölçü. %5, 10 ya da hatta 50’lik bir karışım kulağa etkileyici geliyor. Ancak hava yolu şirketleri hala karbon-azaltan tarafta yer edinmek için çabalıyor ve uçak seyahati dünya çapında hala yükselişte…Yosun-odaklı yağlar gibi yakıtların kapasitesini genişletme ile ilgili mücadele endüstrideki dev bir şirket olan Solazyme’nin biyoyakıt odaklı olmaktan çıkıp marka adını TerraVia olarak değiştirmesinin ve günümüzde yosundan yapılan yiyecekleri karlı iş olarak görmesinin tek sebebi…



Kaynak: enn.com
Haberin orijinalini göz atmak için tıklayınız: http://www.enn.com/pollution/article/49999
TR Çeviri: yemyesil.blogspot.com
Devamını Oku »

16 Eylül 2016 Cuma

HİNDİSTAN’IN SİLİKON VADİSİ’NDE SU SAVAŞLARI NEDEN BAŞLADI?

Bangalore’da Tamil Nadu plakalı otobüslere saldırıldı /EPA
Hindistan’ın teknoloji merkezi Karnataka’daki Bangalore’da su konusunda uzun soluklu tartışmaların ardından şiddet olayları baş gösterdi. Protestocular Cauvery nehrinden gelen suyu komşuları Tamil Nadu ile paylaşmaları yönünde karar alan Supreme Mahkemesi’ne karşı öfkeliler…

Geçtiğimiz pazartesi öğlen, güney Bangalore’daki Banashankari Meydanı’nda bir okul servisi durduruldu.  

Alkollü üç adam servis aracına binip “Hangileriniz Karnataka’dan, hangileriniz Tamil Nadu’dan?” diye bağırdılar.

Yaşları 10 ve 14 arasında değişen öğrenciler sarsılmışlardı. Şehrin birçok yerinde şiddet ve kundaklama olayları yaşandığı için okulları eve erken gidebileceklerini söylemişti.

İsmini vermek istemeyen bir veli; “Neyse ki şoför durumu iyi bir şekilde idare etti. Servis aracına zorla giren adamlara herkesin Bangalore’un yerlisi olduğunu ve ailelerinin de “Cauvery ile su paylaşımı konusunda” Karnataka’yı desteklediğini söyledi.
  
Akşamüstünden itibaren, Bangalore semaları kara dumanlarla kaplanmıştı. Bazı otobüsler yalnızca sahibi Tamil olan bir seyahat acentasına ait olduğu için protestocular tarafından ateşe verildi.

Hindistan gelmiş geçmiş en kötü su kriziyle mi yüzleşiyor?

Bu ayın başlarından Hindistan’ın Anayasa Mahkemesi Karnataka’nın 20 Eylül’e kadar Cauvery Nehri’nden Tamil Nadu’ya 12000 ft3/sn debide su vermesi kararı aldı. Her iki bölge de sulama için bu suya acil olarak ihtiyaçlarını olduğunu söylüyor ve buna ulaşma konusundaki tartışmalar on yıllardır şiddetle devam etmektedir.

Karnataka, Cauvery'deki su seviyesinin verimsiz yağışlar yüzünden azaldığını söylüyor./AFP

Hindistan’ın Su Savaşı
  • Cauvery Nehri Karnataka’dan doğar ve Bengal Körfezi’ne katılmadan önce Tamil Nadu boyunca akar.
  • Karnataka  da Tamil Nadu da bölgelerindeki milyonlarca çiftçi için suya ihtiyaçları olduğunu öne sürmektedir.
  • Cauvery nehir suyu davası 1990 yılında iki bölge arasındaki anlaşmazlıkların ardından açılmıştır.
  • Yüzyıllık tartışmaya bir çözüm bulabilmek için düzinelerce toplantı yapılmıştır.
  • 2007’de, mahkeme Tamil Nadu Bölgesi’nin 419 milyon ft3/yıl, Karnataka’nın ise yalnızca 270 milyon ft3/yıl su almasına karar vermişti.
  • Karnataka Cauvery Nehri’ndeki su seviyesinin verimsiz yağışlar nedeniyle azaldığını (bölgedeki 3598 sulama deposunun %42’si kuru) ve bu sebeple sularını Tamil Nadu ile paylaşmalarının mümkün olmadığını söylüyor.
  • Anayasa Mahkemesi 2 Eylül’de Karnataka’ya “Yaşa ve yaşamasına izin ver” dedi ve bu açıklama durumu biraz yumuşatarak Tamil Nadu’ya 5 gün boyunca her gün 10,000ft3/sn debide su verilmesi önerisinde bulunuldu.
  • 5 Eylül’de ise üst mahkeme Karnataka’ya 10 gün boyunca 15000 ft3/sn debide su verilmesi emrini verdi. Bu karar daha sonrasında 20 Eylül’e kadar 12000 ft3/sn olarak değiştirildi.
  • Bu da Cauvery Havzası’nda şu an kullanılabilir durumda olan suyun neredeyse çeyreğinin Tamil Nadu’ya akıtılması demektir.
Kaynak: EPA
Bangalore’da Tamil Nadu civarında ateşe verilen bir kamyon/AFP
Tamil Nadu sulama için suya şiddetle ihtiyaç duyduklarını söylüyor. Kuraklık çeken Karnataka nehir suyunun büyük bir kısmına Bangalore’daki içme suyu kaynakları için ihtiyaç duyulduğunu ve diğer bazı şehirlerde sulama için çok fazla suyun kalmadığını öne sürmektedir.

Yükselen Tansiyon

Yüksek mahkemenin kararı ile hayal kırıklığına uğrayan Karnataka halk ayağa kalktı.

Bangalore ‘un merkez şehri en kötü etkilenen: teknoloji merkezindeki şiddet olayları birçok ofis ve toplu taşıma sistemlerini kapatmaya zorladı. Polis halk toplanmalarını yasaklayarak ve 15000’den fazla polis memurunu şehrin bir ucundan bir ucuna dağıtarak sıkı yönetim ilan etti.

Pazartesi akşamı protestoculardan biri polisin ateş açması sonucu hayatını kaybetti. Tamil Nadu plaka numarasına sahip otobüs ve  kamyonlara saldırıldı ve ateşe verildi. Okullar, üniversiteler erken kapatılıyor ve birçok işyeri kapalı.

Bir grup gösterici Cuma günü düzenlenen grevi destekleyen Kanada film starlarıyla Facebook üzerinden alay eden bir mühendislik öğrencisine saldırdı ve özür dilemeye zorladı.

Sınır ötesinde, Tamil Nadu Chennai’de ise Karnataka plakalı bir aracın sahibi dövülüp “Cauvery Tamil Nadu’ya aittir” demeye zorlanırken, sahibi Karnataka’lı olan ünlü bir restorana Molotof kokteylleri yağdırıldı.

Bangalore’da günlük yaşam altüst oldu/ EPA
Bangalore şehrinde protesto gösterileri yasaklandı/EPA

Son şiddet olayları Bangalore’da 1991 yılında aynı meseleden dolayı gerçekleşen anti-Tamil ayaklanmalarını akıllara getiriyor.

Sonraları, onları hedef alan şiddet ve kundaklama olaylarının ardından 200,000 Tamil’in şehirden ayrıldığı bildirilmişti.

2013’te bu nehir suyu paylaşım sorununun çözülmesi için her iki bölgeden de temsilcilerin bulunduğu bir panel düzenlenmişti.

Fakat hükümetler birbiri ardına ayak dirediler ve her iki lider de krizin çözülmesi için diğerine elini uzatmadı. 



Haberin orijinaline göz atmak için tıklayınız: http://www.bbc.com/news/world-asia-india-37346570

TR Çeviri: dunyaninyesili.blogspot.com.tr
Devamını Oku »